PAZIRIK HALISI
Altay’lar da veya Altay dağı eteklerindeki Asya Hunları’nın bölgesinde, Türk kurgan mezarlarından beşinci Pazırık kurganındaki kazılarda bulunmuş olan halı, "Pazırık Halısı" olarak adlandırılmıştır. Bu halı beraberinde aynı kurganda mumyalanmış at, eğer takımı, at arabası ve keçelerle birlikte bulunmuştur. Pazırık halısı Düğümlü dokuma örneği olarak şimdiye dek bulunabilmiş ilk ve en erken örnek olma özelliğini halen korumaktadır.
1949 yılı yazında Sergei Ivanovich Rudenko'nun başını çektiği bir grup Rus arkeolog ile Siberya'nın Altay dağları tepelerinde bir buz mezar açarlar. Bu mezarda daha sonra dünyanın en ünlü dokuma halısı unvanını alacak olan Pazırık halısı olarak anılan halıyı bulurlar.
Pazırık (Pazyryk): Yerel Telengit dilinde ölüler vadisi anlamına gelir ve denizden |
Pazırık halısını M.Ö. 3. yüzyılda Orta Asya Hunları tarafından dokunduğu kabul edilmektedir. Halının bordüründe yer alan motifler içindeki süvari ve atların detayında, eyer örtüsü tasvirleri ile atların kuyruklarının bağlanma biçimleri, Hun kültürüne ve o dönem Türk topluluklarının geleneklerine ait önemli ayrıntılar olarak halının kimliğini belirlemektedir.
Günümüzde Rusya'da St. Petersburg Arkeoloji ve Hermitage müzesinde saklanan Pazırık Halısından alınan materyaller Rus ve İsviçre'deki bilim adamları tarafından karbon testine tabi tutulmuş ve çıkan sonuçlar halının M.Ö. 383-200 yılları arasına ait olduğu saptanmıştır.
Pazırık halısının günümüze böyle bozulmadan gelmesi içinde bulunduğu mezardaki suyun donmuş olması ve böylece bozulmadan korunmasındandır. Halı bir buz topu olarak bulunmuş ve çözüldüğünde birkaç yırtık ve kayıp bir köşesi dışında çok iyi durumda dokunmuş simetrik bir el halısı olduğu gözlenmiştir. Halının yün lifleri çok iyi durumda ve halen elastikiyetini korumaktaymış. Halı özel yöntemlerle yıkanmış, kurutulmuş ve üzerine alkol, jelatin ve gliserin içeren özel bir karışım sıkılmıştır. Pazırık halısı bu haliyle başka bir bakım görmeden 1950'den beri St. Petersburg Hermitage müzesinde sergilenmektedir. Pazırık halısı nerdeyse kare boyutlarındadır.(1.83 x 2.00 m.)
Kazıyı yapan Rus arkeolog Rudenko ve ona iştirak eden bazı halı araştırmacılarının, bu halının İran kavimlerince yapılarak Türk Hun Hakanlarına hediye gönderildiği yolunda iddiaları bulunmaktadır. Bu iddiaların aksine; 5. Pazırık kurganındaki keşfin ve buluntuların tümü değerlendirildiğinde, ölülerin gömülme gelenekleri, ölü yanlarına bırakılmış olan at, at arabası, keçe ve koşum takımları, mezarda belirgin bir Türk Hun geleneğinin bulunduğunu kanıtlamakta ve gerek Pazırık halısının, gerekse diğer mezar buluntularının Türk Hun gelenekleri içinde ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Halının bordüründe yer alan süvarilerin ve atların Türk gelenekleriyle desenleştirilmiş olması bu görüşü desteklemektedir. Özellikle atların eğer örtüleri ve kuyruklarının bağlanma şekilleri, Pazırık halısı ile karşılaştırılan İran arkeolojik stellerindeki süvarilerde bulunmayan Türk Hun geleneklerindendir. Elde mevcut başka bir örnek bulunabilmiş olmadığından, şimdilik tarihi Türk el halılarını Pazırık halısından başlayarak bir kronoloji içinde değerlendirebilmek mümkün olmaktadır.
PAZIRIK HALISI İLE İLGİLİ RESİMLER VE AÇIKLAMALAR
DOĞU TÜRKİSTAN HALILARI
Pazırık halısının keşfinden 45 yıl kadar önce arkeolog ve coğrafyacı İngiliz Aurel Stein tarafından 1906 ile 1908 yıllarında Doğu Türkistanda, ikinci olarak “bir düğümlü” dokuma parçalarını Lop-nordaki bir Buda tapınağında bulması suretiyle konu bir ölçüde aydınlanmıştır. M.S. 3. ve 4. yüzyıllara tarihlendirilen bu halı parçaları, ilk ve en erken örnekler olarak halının Türkmenistan coğrafyasında tanındığı ve uygulandığı görüşünü desteklemiştir. 1913 de Turfan kazıları sırasında, Kuçaya yakın Kızılda bir tapınakta bir parça halı daha bulunmuş, M.S. 5. ve 6. yüzyıllara tarihlendirilen bu parçanın teknik yapısı ve desen özellikleri ile 3. ve 4. yüzyıllara tarihlendirilen Doğu Türkistan parçaları ile aynı özellikte olduğu ve bir geleneğin devamı olduğu görüşünü büyük oranda doğrulamıştır.
Bunlar sert, kalın ve boyanmamış yünden bükülmüş ipliklerden tek çözgüler üzerine düğüm atılıp bazen beş sıra atkı geçirilerek hazırlanmıştır, üç çeşit sarı, koyu mavi, kırmızı, mat yeşil ve kahverengi'den canlı ve parlak renkler baklavalar, şeritler ve çok stilize çiçeklerden ibaret basit örnekleri meydana getirmektedir. Bu parçalar, şimdi Londra'da British Museum'da ve Hindistan''da Yeni Delhi Müzesi'nde saklanmaktadır.
Bundan birkaç yıl sonra 1913'te arkeolog ve kaşif olan Alman Avon Le Coq, Turfan araştırmalarını yaparken Kuça' nın batısında Kızıl'da diğer bir düğümlü halı parça'sı bulmuştur. 16 x 26 cm. boyutlu parça yine sert, kalın boyasız yünden bükülmüş ve atkı'larla tek çözgü üzerine düğümlü fakat ayrıca bir atlamalı çözgüler üzerine ince yün iplik düğümlerle zenginleştirilmiş bir tekniği vardır. Kırmızı zemin üzerine siyah konturlu sarı renk'te bir kıvrık dal veya ejder kuyruğunu andıran örnek canlı renklerle belli olmaktadır. Bu parça şimdi Berlin İslam Sanatı Müzesi'nde olup, 5. ve 6. yüzyıllardan kaldığı kabul edilmektedir. Doğu Türkistan, daha çok keçe örtülerin kullanma bölgesi ve keçenin hâkim olduğu yerdir. Bulunan halılar Batı Türkistan'dan buraya getirilmiş olmalıdır.
M.Ö. 3. yüzyıldan başlayan düğümlü dokuma örneği ile Doğu Türkistanda bulunmuş olan ve M.S. 3. ve 6. yüzyıllara tarihlendirilen halı örnekleri; düğümlü dokumaların vatanının 35 ile 45 derece Kuzey enlemleri arasındaki Orta Asya stepleri olduğunu belgelemektedir. Başka bir Rus arkeoloğu Khlopin, düğümlü dokumaların ilk kez Güneybatı Türkistanda M.Ö. 2000 yılından itibaren dokunmaya başlanmış olmasının mümkün olduğunu söylemektedir. Düğümlü dokuma dediğimiz halıların ilk kez kimler tarafından bulunduğu ve uygulandığı çok önemli olmamakla birlikte; bu geleneğin Türklerin yaşadığı bölgelerde ortaya çıkmış olması ve onların batıya doğru göçleriyle birlikte de batıya getirildiği görüşü birçok halı araştırmacısının üzerinde birleştiği önemli bir olgudur.
___________________________________________________________________________
FUSTAT (ESKİ KAHİRE)
ABBASİ DÖNEMİ TÜRK HALILARI
ABBASİ DÖNEMİ TÜRK HALILARI
Abbasiler döneminden kalma geometrik örnekli halı parçaları arasında yine Doğu Türkistan düğüm tekniğine uygun olarak yapılmış bazıları Fustat (Eski Kahire)'ta ele geçirilmiştir. Halı sanatı daima Türklere bağlı olarak, Türklerin yaşadığı bölgelerde gelişmiştir. Düğüm tekniği Abbasiler (Samerra) Devrinde de devam etmiş veya Orta Asya'dan batıya getirilmiş ve bundan sonra Selçuklu Türkleri' nin hâkimiyeti ile önce İslam dünyasına ve daha sonra diğer bölgelere yayılmıştır.
Abbasi'lerin merkezi Samerra' nın (M.S. 838-883) Türk muhafız birlikleri için kurulmuş bir şehir olduğunu düşünürsek, 9. yüzyıl erken Abbasi Devrinin halı sanatı hakkında kolayca bağlantı kurabiliriz. Tek çözgüye (argaca) düğümlü iki halı parça'sı İsveçli C. J. Lamm tarafından Fustat' ta bulunmuş ve yayınlanmıştır. Her iki parça tek Çözgüler (argaçlar) üzerine sıralanmış kısa yün ipliklerle Doğu Türkistan'da bulunan halı parçalarının tekniklerini andırmaktadır. Bundan başka, baklavalardan meydana gelen geometrik kompozisyonları da tamamıyla Türk halılarındaki örneklere uygundur.
10. yüzyılda Buharada ve Batı Türkistan'ın diğer merkezlerinde eskiden olduğu gibi halı yapıldığı ve bunların diğer ülkelere ihraç edil'diği kaynaklardan bilinmektedir. 13. yüzyıl başlarında Moğollar'ın tahribine kadar bu durum devam etmiştir.
Kahire İslam Sanatı Müzesi'nde Fustattan gelme, Gördes düğümlü ve kırmızı zemin üzerine Palmet motifi bir yün halı parçası son yıl'larda Johanna Zick-Nissen tarafından titizlikle incelenerek bunun Ortaçağ İslam dünyasında düğümlü halıların başlangıcı olduğu belirlenmiştir. Bordürde kufi yazılı satırdan bir parça kalmıştır. Halının Abbasiler zamanında, Maveraünnehir yani Batı Türkistan'dan ithal edildiği tahmin edilmekte ve 7.-9. yüzyıllar arasında bir tarih verilmektedir. Bu durumda Buhara ilk akla gelen merkez olup, burada Doğu Türkistan'ın aksine, Gördes düğümünün ve kufi bordürle bitki motiflerinin bilinip kullanılmış olması düşünülebilir. Çok karışık ve ince iş'lenmiş desenli iki tarafında değişik örneklerle Kühnel' in Berlin Müzesi'ne kazandırdığı parça halı da Mısır'a Batı Türkistan'dan (Tranoscania) ve Buhara' dan ithal edilmiş olabilir. Bu çevreden daha başka halı kalmadığından diğer örneklerin çeşitleri bilinmiyor.
Bununla beraber, Büyük Selçuklular devrinden hiçbir halı kalmamıştır. Anadolu Selçukluları'nın merkezi Konya'da bulunan bir grup halı "Konya Halıları" adı ile bu devirden kalan eserleri temsil eder. Bu halılar daha sonraki halı sanatının gelişmesinde elde tutulabilir ilk örnekleri meydana getirir.
C. J. Lamm tarafından Fustat' ta (eski Kahire) ele geçirilip Stockholm müzelerine mal edilen bu iki küçük parça halı, Samerra üslubu için karakteristiktir. Bunlardan biri kızıl kahverengi zemin üzerine, koyu mavi, yeşil ve devetüyü renklerden meydana gelen, kaydırılmış ekse' ne göre sıralanmış iç içe iki altıgen yıldızlardan bir örnek gösteriyor. Zeminle arasında sınır bulunmayan geniş bordur büyük baklavaları çevreleyen küçük baklavalardan ibaret olup, üç şerit halinde dar bir dış bordürle kavranmıştır. Bu parça halı 29 x 32 cm. boyutludur.
30.5 x 13 cm. boyutlu diğer parça halı da baklavalardan oluşan geometrik bir örnek göstermekte olup, aynı renklere ilave olarak az kırmızı vardır.
Bu parçanın ilgi çekici bir özelliği, Doğu Türkistan'dan gelen birçok erken halılarda da görüldüğü gibi, düğümlerin ters taraftan yapılmış olmasıdır ki bu belki halının kaymasını önlemek veya soğuğa karşı korunmak içindir.
Fustat' ta bulunan diğer küçük halı parçaları da, Abbasi devrine mal edilir. Bunlar arasında Kahire Arap Müzesi'nde bulunan kufi kitabeli iki parçadan biri, büyük bir ihtimalle Hicri 202 (Miladi 817-818) tarihlidir. Kufi kitabeli üçüncü parça, Washington Textile Museum'dadır. İsveç koleksiyonunda bulunan diğer parçalarla birlikte Lamm tarafından yayınlanan bu halılar Abbasi Devri örnekleri olarak görülür. Bunlar Doğu Türkistan'da bulunan İslam öncesi halılar ve İspanya halıları gibi tek argaç üzerine düğümlü halılardır. Düğüm tekniği bakımından Doğu Türkistan'da bulunan parçalarla benzerlik, bunların Türk menşeine bağlılığına işaret edebilir. Fustat' ta bulunan diğer ilgi çekici parça'lar, New York Metropolitan Müzesi'ndedir. Bunlarda kırmızı zemin üzerine dantelli süsleme, üçgenler ve daireler şeridinden mavi, sarı, yeşil ve kahverengi bir örnekle koyu mavi zemin üzerine sarı kufi harflerden bir bordur vardır. Kufi harfler Abbasi parçalarından daha gelişmiş haldedir. Bunlar belki Tolunlular, Ahşitler veya Fatimiler devrine girer. Bu Fustat parçalarının Mısır veya Eyaletten (Irak, Mezopotamya) ithal işi mi olduğunu tayini zordur. Fakat her iki halde de Türkler ile ilgisi olduğu'nu kabul etmek gelişmeye göre akla yakın gelir.
Taberi, Belâzurf Ibn el-Fakih gibi tarihçiler ve islam kaynaklarına göre Ubeydullah bin Ziyad 674 yılında Buhara seferinden dönerken, beraberinde 2000 okçudan ibaret bir Türk grubu getirerek Basra'ya yerleştirmiş, Arap'larla karışmamaları için özel bir bölge ayrılmış, buraya Buhara' lılar Caddesi denilmiştir. Fakat Emeviler Devri'nde İslam Devleti hizmetinde çalışan Türkler' in sayıları çok az olmuş, bunlar da genellikle askeri maksatlarla kullanılmıştır. 746'da Horasan'da başlayan Abbasi ihtilal hareketi ile Emeviler' in yıkılması ve hilafet makamını Abbasiler' in ele geçirmesinde Türklerin rolü olduğu anlaşılmıştır. Ebu Müslim'in Horasan'daki faaliyetleri esnasında onun güvendiği adamlarından biri olan ve Ta-beri'de adı geçen Tarhan el Cemmâl adından anlaşılacağı gibi, aslen Türk'tür. Halife Mansur'un yuvarlak Bağdat şehri kurulduğu zaman, Horasan birlikleri için kışlalar yapıldı. Yakubiye göre Halifenin ikta verdiği önemli kumandanlardan biri Mübarek el Türki idi. Bağdat'ın kurulmasında görev alan diğer bir Türk, Taberi'de adı geçen Hammad el-Türki, Mansur'un yakın adamları arasında bulunuyordu. Abbasi'lerin ilk devirlerinden başlayarak Türklere itimad göstermeleri, İkd el Ferid'de kaydedilen bir rivayetten de anlaşılmaktadır. Buna göre Halife Harun el-Reşid, saray muhafızlarını Türklerden meydana getirmiştir.
Halife Memun, Bağdat'a gelip (819) yer'leştikten sonra, Türkler Hilâfet ordusu safları'na alınmıştır. İbn Hurdabih'e göre, Horasan''dan gönderilen 2000 kadar Oğuz Türkü (Guziya) arasında Memun'un kumandanlarından folun davardı. Sonraki yıllarda onun oğlu Ahmed Ibn Tolun, Mısır'da Tolunlular Devletini kurmuştur. Zamanla Halife Memun'un ordusunda Türklerin sayısı ve nüfuzu artarak, Türk kumandanlar halife yanında seferlere katılmış, isyanların bastırılmasına memur edilmişlerdir. Afşin, Aşnas ve Boğa el-Kebir bunlar arasında tanınmış Türk kumandanlarıdır.
Mutasım, Türk birliklerinin desteği ile halife olunca, Türkler, devletin idaresine hâkim olmuşlar ve böylece yarım asır süren "Samerra Devri" (838-883) başlamıştır. Çeşitli kaynak'lını incelenmesinden, bu zamanda Türk askerinin sayısı 25.000 oluyor ve bunlar aileleri ile birlikte, Yakut'a göre 70.000'i buluyordu. Samerra' nın kurulmasına sebep olan Türkler, şehrin en güzel yerlerinde aileleri ile oturuyorlardı. Afşin, Aşnas, Hâkân, Urtuc, Vasıf ve İhak gibi Türk kumandanlarına halife ayrı ayrı arazi tahsis edip, maiyetleri ile birlikte yerleşmelerini sağlamıştı. Böylece Emeviler' in başlangıcından itibaren askeri maksatlarla İslam Devleti bünyesin'de görevlendirilmeye başlanan Türkler, Abbasiler Devri'nde kumandanlık ve valilik gibi yük'sek mevkilere çıkmış, Halife Memun ve Mutasım ile devletin askeri kadrolarının sayıca ve nüfuz itibarı ile en kudretli unsurunu meydana getirmiştir. Kısa zamanda sayıları 30.000'e varan Türk birlikleri özel olarak ipekli elbiseler ve sırma kemerlerle göze çarpıyor ve bunlara geldikleri bölgenin beyleri veya asilzadeleri kumanda ediyor, asla yabancıların idaresine girmiyorlardı. Kendileri için kurulan Samerra'nın inşa faaliyetini de Türk kumandanları yürütüyordu. Samerra'da mimari gibi, hayat da Türklerin alıştığı şartlara uygun olup, onlar kendi eşyalarını ve çadırlarını da aileleri ile bir'likte getiriyorlardı. Bunlar arasında pek tabii halılar da bulunuyordu. Daha önce 7, yüzyılın son çeyreğinde ve 8. yüzyılda gelen Türkler, ilk defa halıyı iklim bakımından alışık olmayan ülkeye getirerek tanıtmışlardır. Sıcak çöl iklimi, aslında halıya hiç uygun gelmeyen ve daha önce bunu tanımayan insanların yaşadığı bir yerdir. Abbasiler 'den kalan ve Fustat 'ta bu'lunmuş halı parçalarının Türklerin bu bölgelere gelişinden sonraki tarihlere rastlaması da bunu açıkça belirtmektedir.
"Bin bir Gece Masalları”nda sözü edilen Uçan halı, o zamanlar Türkler tarafından getirilerek çok hayranlık uyandıran halıyı tanıdık'tan sonra ona böyle sihirli vasıflar verilmesi sonunda masallara konu edilmiştir.
___________________________________________________________________________
SELÇUKLU HALILARI
Türk halılarının tarihi ile ilgili olarak, kesintisiz ve düzenli kronoloji; 13. yüzyıl Anadolu Selçuklu devrinde, Konya Alaaddin camisi için yapılmış olan sekiz adet Selçuklu halısının bulunması ile başlamıştır diyebiliriz. 13. yüzyıla tarihlendirilen ve Anadolu’da Türkmenlerle başlamış olan bu kesintisiz tarihçe, Türkmen boy ve oymaklarının düz ve düğümlü dokumalar konusunda dünyanın en güzel örneklerini verdiklerini kanıtlamaktadır.
Konya Alaaddin Camii’nde bulunan sekiz adet Selçuklu halısına ilave olarak 1930 yılında Beyşehir Eşrefoğlu Camisi’nde bulunan üç adet Selçuklu halısı daha eklenerek 11 adet ender bulunur Anadolu Selçuklu dönemi Türk Halıları koleksiyonu oluşmuş bulunmaktadır. Bu halılar, Türk Halı Sanatı’nda 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar uzanan uzun bir zaman diliminde, sayısız güzellikte örnekler veren Anadolu Türkmen dokuyucusunun geleneksel düğümlü dokuma kültürü zincirinin ilk ve en önemli halkasını teşkil etmeleri açısından önemlidir. Bugün dünyanın en zengin halı ve kilim koleksiyonuna sahip İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin teşhirinde yer alan, Konya Alaaddin Camii ve Beyşehir Eşrefoğlu Camii’nde bulunmuş olan 13. yüzyıl Anadolu Selçuklu Dönemi halıları; gerek teknik konstrüksiyonu gerek doğal boyar maddelerle yapılan renkleri ve gerekse ilginç Türk motif yapısıyla, düğümlü dokuma kültürünün tartışmasız en güzel örnekleridir.
Son zamanlarda bu dönem halılarıyla ilgili olarak ortaya çıkmış olan dört parça halı; sürpriz nitelikleriyle halı araştırmacılığında yeni değerlendirmelerin de odağı olmuştur. Karbon 14 metoduyla yapılan kimyasal analizler bu halıların 1190-1200 yıllarında dokunduğunu belgelemektedir. Tibet’te onarım yapılmakta olan bir manastır çevresindeki kazılarda bulunan ve bugün Avrupa’da çok önemli koleksiyoncuların eline geçmiş bulunan bu dört parça halının; 13. yüzyılda Anadolu’da Türkmenler tarafından dokunarak, Tibet’e gönderildiği yönünde genel bir kanaat oluşmuş bulunmaktadır. Halılarda yer alan kuvvetlice üsluplaşmış hayvan figürleri 14. Yüzyıl hayvan figürlü Anadolu Türk halılarının da ilk örnekleri olma nitelikleriyle çok önemli belgelerdir.
Halıdaki teknik dokumadan kaynaklanan zorunluluk ve Türk tasvir anlayışı nedeniyle biçimsel bir şekilde üsluplaştırılmış bitkisel motiflerin ve Türk süsleme sanatlarında en güzel örneklerini vermiş bulunan kufi yazı ve bu yazıdan geliştirilen kufi benzeri motiflerin, halı zemininde kullanılması Selçuklu devri 13. yüzyıl Türk halılarının en belirgin özelliğidir.
Anadolu'nun, 11. yüzyıldan itibaren Türkmen boylarının yerleşimleriyle başlayan yeni kültürünün ilk ve belirgin etnografik karekteri, düz ve düğümlü dokuma yaygılar dediğimiz halı ve kilimlerdir diyebiliriz. 12 ve 13. yüzyılda Anadolu'yu gezen seyyahlar, Asya'dan Ön Asya'ya göç eden Türkmenlerin “kaliçe” (halılar), “El Busut-ül Türkmeniyye” (Türkmen sergisi) yaptıklarını ve bunları büyük ticari merkezlerde (Alanya, Sivas, Konya ve Kayseri'de) Avrupalı veya Arap tacirlere sattıklarını yazarlar (İbni Said, İbni Batuta). Türkmen etnografyasının en belirgin parçaları olan bu yaygıların, daha haçlı seferleri sırasında batılılar tarafından keşfedilerek Avrupa'ya ithal edilmeye başlandığı, bugün Avrupa Müzeleri veya koleksiyonerleri elindeki birçok nadide Türk halılarından anlaşılmaktadır.
Türkmen boylarının önemli bir kısmının Anadolu'daki göç güzergahı, Doğu'da Ahlat çevresinden başlayarak kuzeyde Kemaliye, Divriği, Sivas, Tokat ve Amasya çevresi, yine Ahlat'tan güneye ikinci önemli bir kolla Hatay, ve Mut civarında başlayan Toros sıra dağları istikametinde bütün Akdeniz boyunca uzanan ve Tonguzlu (Denizli) çevresine kadar ulaşan yerleşimler ve orta Anadolu'da Kayseri, Konya ve Aksaray çevresi yerleşimlerini oluşturmuştur diyebiliriz.
Özellikle Anadolu Selçuklu hakanlarının payitahtı olan Konya'ya yoğun bir ilginin olması aynı zamanda idari bir zorunluluk olmuş ve 11-14. yüzyıllarda bütün bir Anadolu Türkmen dünyasının kalbi Konya'da atmıştır. Bu yüzden Konya; Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminin gerek idari, gerek kültürel ve gerekse askeri yapısının merkezi olarak, Anadolu kültürünün de çok önemli bir bölgesidir. Oldukça geniş bir coğrafya üzerinde kurulu Konya'da yerleşen değişik boylar, burada farklı desen ve renk karakterlerinde dokuma geleneklerinin oluşmasını temin etmişler ve yüzyıllar içinden günümüze bu güzel üsluplarıyla değerli halı ve kilimleri miras olarak bırakmışlardır.
Konya halıları araştırmamıza, bu perspektifle bakarak başlamamızın önemli nedeni, Konya geleneksel dokuma kültürünü Anadolu geleneksel Türkmen kültüründen koparmadan, 11-14. yüzyıllarda Anadolu'da gelişen çok önemli bayındırlık ve kentleşme sürecinin içinde, gerek mimari, gerekse süsleme sanatlarında erişilen zirvenin boyutunun belirlenerek, bu gelişmeye paralel bu yaygıların tanıtılmasını sağlamaktır.
Batı kaynaklı halı araştırmalarında genel olarak Türkmen halılarından bahsedilir ve bunların çoban toplumu ürünü olduğu vurgulanır. Oysa 11-14. yüzyıllarda Anadolu'nun önemli kentleri olan Ahlat, El-Aziz (Elazığ), Konya, Kayseri, Sivas, Erzurum ve Aksaray gibi dönemin önemli şehirlerini bugün bile gezerken; 11, 12, 13 ve 14. yüzyıllarda yapılmasına rağmen hala bütün ihtişamıyla ayakta duran Çifte Minareli Medrese’lerini, Taçkapılı Daruşşifa'larını, zarif minareli camilerini, devasa yazlık veya kışlık Kervansaray'larını ve bilhassa çok gözlü köprülerini hayranlıkla izlediğimiz bu mimari ve süslemede eşsiz anıtları, sadece çoban bir toplumun ortaya koyamayacağı kolaylıkla anlaşılabilir. İşte bu anıt eserleri kimi yerleşik, kimi göçebe olarak yapabilen kültür; bu anıtlara ve imara göre dokumaları da düşünmüş, ortaya koymuş ve Selçuklu halıları olarak bildiğimiz dünyanın en ünlü halılarını etnografik kültürümüze kazandırmışlardır.
Konya halıları tarihçesi; Sultan Alaaddin Keykubat Camii ve Beyşehir Eşrefoğlu camiinde vakıf teberrukatı olarak bulunan, 13. yüzyıl Anadolu Selçuklu devirlerine tarihlendirilmiş, bugün İstanbul'da Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde korunmaya alınmış ve teşhir edilmekte olan, bütün dünya halı araştırmacılarının "Selçuklular Dönemi Konya Halısı" kimliğinde buluştukları halılarla başlar. Geniş bir coğrafya üzerinde çok değişik desen anlayışlarıyla mahalli isimler alarak günümüze ulaşır. 800 yıllık bu süreci biz, Erken Devirler Konya Halıcılığı, Yakın Devirler Konya Halıcılığı, Geleneksel Konya Kilimleri, Endüstri Ürünü Konya Halıları ve Günümüz Konya Halıcılığı ana başlıkları altında değerlendirmeye alarak, bütün bir araştırmamız kapsamında "geçmişten günümüze Konya halı geleneği" çalışması içinde toparlamaya çalıştık.
ERKEN DÖNEM KONYA HALILARI
Erken dönem olarak gruplandırılan Konya Halıları; 13. yüzyıl Selçuklu dönemi Alaaddin Camii ve Eşrefoğlu Camii halılarından başlayarak, 15. yüzyıl Hayvan Figürlü halıları, 15-16. yüzyıl geometrik üslup Konya halıları ve 16-18. yüzyıl geleneksel Konya halıları başlıkları altında ele alınan ve dokunduğu yüzyıl ile desen özellikleri tasnifine göre değerlendirdiğimiz Konya halılarıdır.
Primitif madalyonları ile karakteristik Karapınar halıları, Ladik Gülü bordürleriyle karakteristik mihraplı Ladik halıları, Çintemani de denilen Kaplan Benekli, kumaş desenli halıları ve bir grup oluşturacak kadar yaygın olmayan münferit desenli Konya dokuması halılarını, 18. yüzyıla kadar gelen bir süreç içinde bu erken dönem altında değerlendirme zorunluluğumuz doğdu. 13. yüzyıldan başlayarak 18. yüzyıla kadar geçen dönem içinde dokunmuş halılarda, birbirini takip eden ve biri diğerinden koparılamayacak devamlılığı bulunan Konya çevresi dokuma geleneğini; Konya'da daha sonra ortaya çıkan ve yöre adlarına göre karakteristikleşen diğer Konya mahalli halı gruplarından ayırarak bu iki ana başlık altında betimlemenin daha verimli bir çalışma olacağına inandık.
1) 13. Yüzyıl Selçuklu Konya Halıları
1271-72 yıllarında Anadolu'dan geçen ünlü seyyah Marko Polo, seyahatnamesinde "dünyanın en iyi ve güzel halılarının Anadolu'da dokunduğunu" belirtmektedir. Konya, Kayseri ve Sivas'ı gezen Polo'nun gördüğü muhteşem halılardan bazıları, Konya Alaaddin Camii’nde bulunarak Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne kaldırılmış olan Selçuklu halıları olmalıdır. Bütün bu dönemde Anadolu'da Türkmenler tarafından dokunmuş bu güzel halılardan sadece Konya Alaaddin Camii ve Beyşehir Eşrefoğlu Camii’nde bulunan 13 adetlik kıymetli bir koleksiyon bulunabilmiş olması bile, Türk medeniyetinin dokuma kültüründeki kendine özgü karakterlerini belirlemeye yeterli mahiyettedir.
1992-93 yıllarında Çagan ve Kırcheim koleksiyonlarında tanıtılan ve üzerinde stilize hayvan motifleri bulunan, 12-14. yüzyıllara tarihlendirilmiş Anadolu Selçuklu dönemi halılarının ortaya çıkarılması ile bu dönem biraz daha aydınlatılabilmiştir. Arış Dergisi Sayı 2'de bu yeni Selçuklu dönemi hayvanlı halılarını yorumlayan Prof. Dr. Oktay Aslanapa, Carbon 14 metoduyla 1190-1300 yılları arasına tarihlendirilmiş, Tibet'te tesadüfen bulunmuş bu dört parça hayvan figürlü Anadolu halısının, Anadolu'da, Uzakdoğu'dan Buda rahiplerince, deseni sipariş verilerek dokutturulan ve sonra Tibet'e tekrar gönderilen halılar olabileceğini belirtmektedir.
Bu halıları ilk kez Orient Star'da yayınlanan ünlü halı araştırmacısı Michael Franses de bu halıların, Anadolu'da dokunarak Tibet'e ihraç edilmiş Selçuklu dönemi halıları olabileceği konusunda hemfikirdir. Yakın yıllarda Konya müzesi koleksiyonlarında yayınlanan 13. yüzyıl mihraplı seccade ile birlikte toplam 18 parçalık Anadolu Selçuklu dönemi Türkmen halısı, bu dönem dokuma kültürünü açıklayabilecek çok kıymetli bir koleksiyon olma özelliğini sürdürmektedir.
a) Konya Sultan Alaaddin Keykubat Camii Selçuklu Halıları
Alman Konsolosluğu’nda görevli Loytved'in, 1905 yılında Alaaddin Camisi’nde dikkatini çeken Selçuklu dönemi halıları, F.R. Martin tarafından ilk kez keşfedilmiştir. Martin, bu halıların Alaaddin Keykubat zamanında, 1221 yılında yaptırılan Alaaddin Camii için dokutturulan Selçuklu halıları olabileceğini ve çok değerli olduğunu ileri sürmüş, ünlü halı araştırması F. Sarre, halıları görmeden, Loytved'den temin ettiği fotoğraflarla bu halıların üç tanesini Selçuklu halıları olarak yayınlamıştır. Hepsi de parça halinde sekiz adet Konya Alaaddin Keykubat Camisi’nde bulunan bu halılar, dünyanın sayılı halı müzelerinden biri olan İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde koruma altına alınmış ve halen burada erken devir Türk halıları salonunda teşhir edilmektedir.
Sultan tarafından yaptırılan Alaaddin Camisi’ne, gene sultanın emriyle dokutturularak teberru edildiği düşünülen bu halılar; geleneksel halıların alışılagelmiş ebatlarından büyük özellikleriyle de, cami için sipariş olarak yaptırılmış özel halılar olmaları çok muhtemel halılar niteliğindedir. Kufi yazısı stilinde bordürleri ve sonsuzluk prensibinde düzenlenmiş iç zemin motifleri bu özelliği destekleyen karakterlerdir. Selçuklu süsleme sanatları incelendiğinde; gerek mimari oymalarda, gerek ahşap oyma veya kündekarilerde, gerekse çini süslemelerde, motiflerin belirli raporlar halinde, sonsuz bir simetri ile akıp gittiği izlenebilir.
Selçuklu nakkaşları, dünyanın vefasız, değişken ve sonlu “gölge alem” olduğunu, insanın ise ebedi “sonsuz alem” olduğunu ve ahirette de yaşamını devam ettirdiğini estetikte “sonsuzluk sağlayacak motif ivmesi” şeklinde yorumlamışlar ve süsleme sanatlarında "sonIu-değişken" rozetlerle, "sonsuz-ebedi" rumi veya geometrik geçmelerde ayna etkisi geleneğini bir atmosfer içinde değerlendirerek gerek mimari ve gerekse tekstilde bütün eserlerine yansıtmışlardır. Taç kapılarda, kündekari ahşap zeminlerde ve halılarda bu izafi, geçici fani unsurlarla ebedi, kalıcı ve sonsuzluğa açılan etkiler kolayca izlenebilir. İşte Selçuklu taş, ahşap ve seramik sanatlarında Anadolu'da görkemli eserlerin yapıldığı bir dönemde, halı ve kilim sanatının da aynı kültüre paralel olarak geliştiği, Selçuklu Konya halılarındaki desen şemasından açıkça görülebilecek düzeydedir.
Aynı dönemde Konya Sivas ve Kayseri'de yapılmış birçok Selçuklu medrese veya darüşşifasının taçkapılarındaki zengin geometrik yaklaşım Selçuklu Konya halılarına da yansıtılmış, çok az sayıda renkle çok renkli ve eşsiz bir güzellik sağlanmıştır. Bu halıların en belirleyici bir diğer özelliği de geniş bordürlerindeki kufi yazısı benzeri motifleridir. Mimari Selçuklu anıtlarındaki süslemelerde, bordürlerde kullanılan kufi yazı ve süslemeler, yerde serili olarak kullanılacak olan halılarda, yazı anlamını kaybettiren, ama yazı etkisi veren bir süsleme elemanına dönüştürülmüştür.
b) Beyşehir Eşrefoğlu Camii Selçuklu Halıları
Selçuklu dönemine ait 13. yüzyıl halıların sadece Alaaddin Camisi’nde bulunan sekiz adet halı olmadığı, Beyşehir Eşrefoğlu Camisi’nde 1930 yıllarında bir inceleme yapan M. Riefstahl tarafından bulunan 3 adetlik Selçuklu dönemi halısıyla anlaşılmıştır. Beyşehir Eşrefoğlu Camisi’nde bulunan 3 adet halı da, Konya Alaaddin Camii halıları ile aynı özellikler taşıyan, aynı dönemlerde dokunmuş olması çok muhtemel halılardır. Geometrik diagonal geçmeler içinde yıldızlar ve stilize edilmiş rumi geçmelerle iç zeminleri zenginleştirilmiş üç halının bordürleri, kufi yazısı stilinde motiflerle çevrelenmiştir.
2) 14-15. Yüzyıl Hayvan Figürlü Konya Halıları
Hayvan figürlü Türk halıları, önceleri daha çok Avrupalı ressamların tablolarındaki halı tasvirlerinden biliniyordu. 14. ve 15. yüzyıllarda yaşayan ünlü ressamlar Sano Di Pietro, Lippo Memmi (1350) ve William Larkin (1615) tarafından yapılmış olan tablolardaki hayvan figürlü halılara benzeyen halı parçaları Avrupa'da bulununca, bunların Anadolu'da 14. yüzyılın başından itibaren dokunarak Avrupa saraylarına ihraç edilen halılar olduğu anlaşıldı. 1890 yılında Wilhem Von Bode tarafından Berlin İslam Eserleri Müzesi’ne satın alınan, İtalya'da Ming Kilisesi’nden gelme halı, o yıllarda en eski halı örneği olduğu düşüncesiyle büyük bir olay yaratmıştı. Ejder ile Zümrüd-ü Anka kavgasını sahneleyen bu halı, Konya Alaaddin Camii halıları bulunana kadar dünyanın ilk ve en erken dönem halısı kabul edilmiştir. Avrupa'nın çeşitli merkezlerinde daha sonraları, birçok hayvan figürlü halılar bulunmasıyla 14. ve 15. yüzyıllarda Anadolu'da Türkmenler tarafından dokunan ve zeminlerinde çeşitli hayvan figürleri bulunan halıların yaygın olarak dokunduğu ve çeşitli Avrupa ülkelerine bunların ihraç edildiği anlaşılmış; bu yüzden de bu yüzyıl Türk halılarına, halı araştırmalarında 14.-15. yüzyıl “Hayvan Figürlü Türk Halıları” adı verilmiştir.
14. ve 15. yüzyıllarda önemli bir halı dokuma merkezi olan Konya'da da bu halıların dokunmuş olması çok muhtemeldir. Resim 5'te yer alan hayvan figürlü halı, Konya Müzesinde bulunan 14. veya 15. yüzyıla tarihlendirilebilecek ejder figürlü bir halıdır ve bu dönem Konya hayvan figürlü halılarını tanımlayabileceğimiz önemli bir parçadır. Beyaz, yeşil, sarı ve miski renkli ejder motifleri diagonal olarak kırmızı halı zemine yerleştirilerek sarı zeminli sedefle çevrelenmiştir.
3) 15-16. Yüzyıl Geometrik Desen Üslubu Halıları
14. yüzyıl başlarından itibaren Anadolu'da dokunan Türk halılarında, hayvan figürlü halılar yanında, iç zemini belirli çerçevelere ayrılmış ve bu çerçeve içlerinde bitkisel ve hayvansal figürlerin aşırı stilize edilerek adeta geometrik objeler haline dönüştürüldüğü motiflerin yer aldığı halılar görülmeye başlanmıştır. 14. yüzyıl içinde yapılmış Avrupalı ressamların tablolarına resmedilmiş bu gruba ait halı örneklerinin bulunmasıyla 14.-15. yüzyıl Türk halılarının bu grubuna “Geometrik Şemalı Türk Halıları” grubu adı verilmiştir.
Yüzyıllar boyunca Anadolu Türk halılarıyla ilgili olarak hemen hemen kesintisiz ürünler vermiş olan, Konya gibi geleneksel halı merkezimizde geometrik desen üslubunda halıların dokunduğunu görüyoruz. Bugün Konya Müzeleri’nin, İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin ve Vakıflar Halı Müzesi'nin halı seksiyonlarında, bu döneme ait oldukça güzel parçalar bulunmaktadır. Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan Resim 6'daki halı ile İstanbul Vakıflar Halı Müzesi’nde bulunan Resim 7'deki halı; 15. yüzyıl Anadolu Geometrik desen üslubuna ait, aşırı stilize hayvan (ejder) ve insan (elibelinde) motifleri ile zeminleri düzenlenmiş, Konya ve çevresinde dokunmuş halı örnekleridir.
16-18. YÜZYIL KONYA HALICILIĞI
15. yüzyıl, Geometrik desen üslubu halıcılığıyla birlikte, Holbein ve Lotto halıları grubu da denilen Anadolu Türk halılarının görülmeye başlandığı bir dönemdir. Bu dönemle birlikte, özellikle 16. yüzyıl ve 17. yüzyılda, bütün bir Anadolu'da çok güzel ve farklı karakterle halıların dokunduğu altın bir döneme girilir. Biz, bu altın dönemdeki Konya halıcılığını; Madalyonlu Konya Karapınar Halıları, 16.-18. yüzyıl geleneksel gruba giren ancak toplu olarak bir isimlendirme verilemeyen münferit Konya Halıları, Çintemanili veya Kaplan Benekli Konya halıları ve Geleneksel Konya Ladik Halıları grupları altında ayrı ayrı tanımlamaya çalıştık.
4) Madalyonlu Konya Karapınar Halıları
16. yüzyılda Osmanlı ciIt, tezhip sanatlarının da etkisi ile Selçuklu dönemi geleneği sayılan ve sonsuzluk prensibi ile zenginleştirilen halı zeminleri yerine köşe ve göbekli, daha çok kitap ciltleri ve tezhip süslemelerindeki madalyon ve salbekli tarzın, süsleme anlayışımıza hakim olduğu görülür. Doğal olarak, klasik devir olarak kabul edilen 16.-18. yüzyıl dönemlerinde, sonsuzluk prensibiyle yapılmış Lotto, Holbein Türk halıları anlayışı yanı sıra, artık madalyonlu ve köşe motifli halılar da Anadolu'da yaygın olarak dokunmaya başlamıştır. İşte Konya'da, genel olarak Karapınar'da dokunduğu düşünülen primitif madalyonlu halılar, bu dönemin etkisiyle dokunmuş halılardır. Uşak'ta veya Batı Anadolu'nun diğer halı merkezlerinde bu yüzyıllarda dokunmuş Madalyonlu halılar gibi, nakkaşlarca tasarımlanmadığı ve daha önemlisi Atölye tipi tezgahlarda sipariş halı özelliklerinde dokunmadığı için, Konya Madalyonlu halılarındaki madalyonlar ve köşeler daha gelenekseldirler.
Halı zeminlerinde orta kısımda büyükçe ve abartılı bir orta madalyon ile, köşelerde sadece dolgu motifi olarak kullanıldığı izlenimi veren küçük köşe motifli; desenlerdeki bitkisel formlar az üsluplaşmış bu geleneksel madalyonlu tarz Konya halılarının, Karapınar bölgesinde dokunduğu yönünde bir kanaat oluşmuş bulunmaktadır. Bu halıların 16.-17. yüzyıllarda Karapınar'da dokunduğu yönünde elde hiçbir belge bulunmamasına karşın; diğer geleneksel Konya halılarının aksine madalyonlu bu halılar Karapınar halıları olarak tanınmışlardır.
Diğer geleneksel Türkmen halılarındaki stilize olmuş bitkisel motiflerin yanı sıra madalyonlu Karapınar halılarındaki bitkisel motifler, özellikle gül ve lale motifleri hissedilir durumda belirginleşmeye başlamıştır.